Bir Müzik Şöleni

Telefon çaldığında, Neşe Diler gece giysisindeki son çiçeği de işleyip bitirmişti. Kaçıncı değiştirişiydi bu giysinin biçimini, anımsamıyordu. Çalan telefona sıkıntıyla baktı. Canı hiç kimseyle konuşmak istemiyordu. Açmakla açmamak arası bocaladı bir süre. Ama susacağı yoktu sesin. İsteksizce ayağa kalktı, giysinin uzun eteğini yandaki koltuğun üstüne serip açtı telefonu,

– Alo, iyi günler Neşe Hanım, ben Yalçın Demir..

Yüreği sevinçle oynadı yerinden, kaç aydır beklediği sesi duyunca. Tamamdı bu iş… Bir yandan, konuşmanın alışılagelmiş tümcelerini sıralıyor, bir yandan da Yalçın Demir’i gözünde canlandırıyordu. Şişman, kısa boylu, esmer, şen bir adamdı televizyon yapımcısı. Eğlence gösterileri düzenlemeye tıpatıp uyardı kişiliği. Neşe Diler de yapımcılar içinde en çok onu beğenir, ona güvenirdi. Öyleyken içe dönük, ürkek kişiliği, aylardır Yalçın Demir’i aramasına engel olmuştu. Hep ondan beklemişti öneriyi. Oysa başka sanatçılar, Neşe Diler’in üstüne, üçer beşer kez boy göstermişlerdi beyaz camda. Bu işi nasıl becerdiklerini iyi bilirdi. Hepsi de olmadık nedenler uydurmakta çok ustaydılar, televizyon binasında sık sık boy gösterebilmek, kendilerini anımsatabilmek için…

Neşe Diler düşüncelerine güçlükle ara verip dikkatini konuşmaya yöneltti,

– Sizin ne denli iyi yürekli, yardımsever bir sanatçı olduğunuzu bilmesem, öneremezdim böyle bir şeyi…

Ne diyordu bu adam, kendisinin üç kuruş paraya bu denli gereksinim duyduğu sırada?.. Neden söz ediyordu, bir solo program muştusu yerine?.. Böylesine görkemli girişin ardından bir angaryanın çıkacağını sezmesine karşın, yine de “teşekkür” etti.

– Koruma Derneğindeki hanımlar beni aracı koydular Neşe Hanım, diyordu Yalçın Demir, zihinsel engelli çocuklar okulunda bir müzik şöleni düzenliyorlarmış. Ücret almadan katılacak yardımsever sanatçı arıyorlar…

“Neşe Hanımın yüzü yumuşak ya,” diye düşündü, “vur abalıya…”

– Doğal olarak siz geldiniz aklıma,” diye sürdürdü Yalçın Demir,

“Ben gelirim aklına ya… Yardım derneğine bedava konser olunca ben, televizyon çekimi olunca Ayşeler, Fatmalar…”

– Artık beni kırmayıp birkaç şarkıyla onurlandırırsınız onları, değil mi?..

Nasıl kırabilirdi ki?.. Bir televizyon yapımcısının isteğini geri çevirmekle, beyaz camı uzun süre düşte görmek aynı kapıya çıkardı. Neşe Diler kendini zorlayıp en içten sesini kullanmayı başardı,

– Elbette Yalçın Bey. Bu tür yardımlar, biz sanatçıların toplumsal görevimiz. Siz bana zamanı ve adresi söyleyin, ötesini düşünmeyin.

Acele not aldı. “Teşekkür ederim” ler, “yine görüşelim” ler… Kapandı telefon…

“Allah kahretsin!..” İleriye dönük bir ışık bile yakmamıştı, hani “yakında yine arayacağım”, “bir çekimimiz olacak sizinle” filan gibi… Elinde, avucundaki tükenmek üzereydi. Bir solo program biraz soluk aldırırdı onlara doğrusu. Göz pınarlarında biriken iki damla yaşı, kendini zorlayıp akıtmamayı başardı. Odasından çıkıp yanına gelen Gülnur, görmemeliydi ağladığını. Sınavları başlamıştı yavrucağın, şu sıra üzmek olmazdı.

Gülnur elindeki elmayı ısırdı, ağzı dolu sordu,

– Kimmiş anne?..

– Angarya, dedi ayrıntıya girmeden.

Aslında en büyük sırdaşı, en yakın arkadaşıydı Gülnur annesinin. Duygulu, duyarlı bir genç kızdı. Oysa bu kez sezemedi annesindeki düş kırıklığını. Elinde elma, kendini köşedeki divanın üstüne atıp,

– Bilemezsin nasıl yorgunum anne, dedi, çalış çalış bitmiyor. Kafam patladı vallahi…

Gururla, sevgiyle baktı Neşe Diler kızına, “şarkıların en güzeli” dediği kızına,

– Üniversiteli olmak kolay mı küçük hanım, dedi, her başarının bedeli ağır ödenir. Az önceki bezginliği geçmiş, Gülnur’a bakan gözleri ışıl ışıl parlamıştı,

– Hem bu iş böyle olmaz kızım, diye sürdürdü, bu denli aralıksız çalışılmaz. Haydi çık biraz yürü, hava al. Dönüşte göreceksin, nasıl yeni bir güç kazandığını…

Gülnur gelip sarıldı annesine,

– Ah anneciğim, dedi, ne rahatlatıcı, yüreklendirici kadınsın…

Ceketini giyip kapıdan çıkana dek sevgiyle baktı kızına Neşe Diler. Enikonu gururlanırdı onunla. O kara kuru, çirkin çocuk, birkaç yıl içinde nasıl da serpilmiş, incecik, güzel bir genç kız olmuştu. Duyguluydu, sevimliydi. Derslerinde de başarılıydı. Hemen hemen üstün başarılı. Çevreye hep merak ve sevgiyle bakan iri gözlerinde zeka ışıkları yanardı.

“Ne olurdu,” diye düşündü, “dilediğim gibi, gönlümce giydirip süsleyebilseydim kızımı.”

Aslında aç değillerdi, açıkta değillerdi. On iki yıl önce kocasından ayrıldığından bu yana az mı savaşmıştı, bu evi alabilmek, kızını okutabilmek için?.. Yine de yeterli değildi. İçinde bulunduğu sanatçı çevresine ayak uydurmak zordu. Beklentileri, istekleri gün günden, basamak basamak tırmanıyordu Neşe Diler’in, radyoevinden aldığı aylığın ulaşamayacağı noktalara dek. Televizyon programları hem ününü pekiştiriyor, hem de oldukça iyi para desteği sağlıyordu,

– Bir de herkes sanatçıların para içinde yüzdüğünü sanıyor, dedi yüksek sesle.

Eh, yüzenler de yok değildi Yadsıyamazdı bunu,

“Ben de paraya para demem ya,” diye düşündü, “ bir evet desem gazinoya.”

İki yana salladı başını. Olmazdı, onun işi değildi bu. Sanatçıydı o. Sanatını içki sofralarına meze yapamazdı. Sahnede gerdan kırıp bel kıvıramaz, hoplayıp zıplayamazdı.

“Salt gerçek bu mu,” diye düşündü, “yoksa sahne korkusu mu egemen bana?..”

İrdeledi kendini. Sahneye karşıydı da, neden bir gram fazla almaktan bu denli korkuyordu? Neden her sabah aynada yüzünü inceliyordu, yeni bir kırışık eklendi mi diye? Hep “bir gün sahneye çıkarım belki” umudu yok muydu içinde?.. Oysa kolay değildi sahneye çıkmak. Bu işin de belli kuralları vardı. Sahne sanatçısı alımlı, albenili, biraz şen, biraz oynak olmalıydı. Sesiyle olduğu kadar, bedeniyle de doldurabilmeliydi sahneyi,

“Bunlar benim yapabileceğim şeyler değil,” diye düşündü, “en azından şimdilik.”

Bir gün yenebilecek miydi bu tutukluğu, bu korkuyu, bilmiyordu. İçini çekti derin derin,

– Eh, dedi kendi kendine, şimdilik az çok kazandığımızla yetineceğiz ve yardım derneklerindeki süslü püslü hanımların gönlünü hoş etmeyi sürdüreceğiz anlaşılan…

Yardım derneği gelince aklına, Yalçın Demir’in yazdırdığı notu aldı eline. Düş kırıklığı içinde dikkat bile etmemişti hangi dernek olduğuna. İvedi yazdığı çarpık çurpuk yazıyı zor okudu: Zihinsel Engelli Çocuklar Okulu…

– Hoppala, dedi, bir bu eksikti,

Ne anlardı yahu, geri zekalı çocuklar müzikten, şarkıdan?.. Az önce güçlükle yatıştırdığı öfkesi yeniden kabardı,

– Asıl geri zekalılar bu işi düzenleyen kuş beyinli kadınlar, dedi karşısında biri varmış gibi yüksek sesle, bir sürü süs bebeği eğlence arıyor kendine. Bizi de alet ediyorlar.

Yeniden çekti içini. Söz vermişti Yalçın Beye. Gidecekti çaresiz…

Neşe Diler okulun önünde, bir elinde içine sahne giysisini yerleştirdiği küçük valiz, diğerinde el çantası, taksiden indiğinde, on beş-yirmi hanım birden karşıladı onu. Çevresini sarıp valizini elinden aldılar. Hep birlikte içeri girerken dikkatle baktı onlara. Beklediği süslü bebekler değildi bu hanımlar. Derli toplu, güzel giyinmişti çoğu. Saçları özenle taranmıştı. Yüzleri, kiminin az, kiminin çok boyalıydı. Yine de bir şey vardı bunlarda. Az çok kalıplaşmış dernek üyesi hanımlara benzemiyorlardı. Birden ayrımına vardı Neşe Diler. Bakışlarıydı değişik olan, konuşma biçimleriydi. Elinden yükünü alan ellerde bir ezilmişlik sezdi. Hepsi de gülüyor, gülümsüyordu ona. Tutuk, yarım gülüşlerdi bunlar. Gözlerinden minnet akıyor, teşekkür sözcükleri kopuk kopuk, kesik kesik dökülüyordu dudaklarından. Anlam veremedi Neşe Diler bu duruma.

Küçücük bir odada giysisini değiştirdi. Dışarı çıkar çıkmaz çocuklar sardı çevresini. Kimi biraz uzakta durdu, kimi yanına dek sokuldu. Kanının çekildiğini, renginin perde perde solduğunu duyumsadı Neşe Diler. Ardından bir ateştir bastı yüzüne. Bir el kolunu çekiştiriyordu. Dönüp baktı. On-on iki yaşlarında bir oğlan… Kocaman açılmış karanlık bir ağızda çarpık dişler… İstemsizce sallanan başını daha bir sallayıp,

– Sen şarkıcı?…, diye sordu, konuşmayı yeni belleyen bir bebeğin tutukluğuyla.

“Şarkıcı…” Öteden beri nasıl da öfkelenirdi bu sözcüğe. “Sanatçı” idi o, “şarkıcı” değil. Oysa kızamadı bu kez. Bu sözcüğe ne denli kızdığını anımsamadı bile,

– Evet yavrum, diye yanıtlamak istedi, sesi çıkmadı. O sırada kendisini karşılayan hanımlardan biri yanaştı yanına,

– Bu benim oğlum Neşe Hanım, dedi, adı…

Kulakları uğulduyordu Neşe Diler’in, duyamadı ötesini. Anneler birer birer yanaşıyor, geldiği için teşekkür edip çocuklarını tanıtıyorlardı. Her bir çocuk ayrı bir hançer sokuyordu yüreğine…

– Kızım Zehra bu teyzesi, dedi bir kadın sesi. Bir genç kız duruyordu karşısında. Bebek gibi güzel, ama dümdüz, bomboş bakışlı… Bir an boyu Gülnur geçti gözlerinin önünden. Nasıl yanıtlamalıydı bu anneyi Tanrım?… “Maşallah” mı demeliydi, yoksa “ne güzel, ne cici…” Hiçbirini söyleyemedi. Yalnızca elini okşayabildi onun. Usulca, çekine çekine…

Çevresindeki hanımlar sezdiler, Neşe Diler’in içindeki karmaşayı. Yaşadıkları acı gerçekler, duyarlı yapmıştı onları,

– Ayakta kaldınız, yoruldunuz. Bir çay için, dinlenin de okulumuzu gezdirelim size, derken, yavaşça uzaklaştırdılar çocukları yanından.

Anlamıştı gerçeği Neşe Diler. Her zaman görmeye alıştığı dernek üyelerinden değildi bugün çevresinde dönenler. Hepsi de anneydi. Yüreği yanık analar… Umarsızlıklarını, acılarını birleştirmişler, yepyeni bir umut ışığı yakmaya çalışıyorlardı, ışıktan yoksun yavruları için. Hem de ne güçlü inançla, ne büyük savaşlar vererek… Hepsini gördü Neşe Diler. Sınıfları, iş odalarını, spor salonunu, hepsini… Bu çocukların, kendisinin “geri zekalı” diye küçümsediği bu çocukların nasıl eğitildiğini gördü. Onların bir adım daha öteye gidebilmeleri için, bu insanların ne büyük çabada, özveride bulunduklarını gördü. Utançla eğildi başı Neşe Diler’in. Kendisi, alamadığı üç-beş fazladan giysinin kaygısını çekerken, bu çocuklar, bu analar hep vardı ve elini uzatsa tutabileceği kadar yakındılar ona…

Az sonra başladı Neşe Diler konserine.Küçük bir salonun küçücük sahnesinde… Saza vuran ilk mızrapta, yüreğinden kopan ilk nağmede gördü ki, müzikten anlıyordu bu çocuklar. Kendi saf dünyalarında alabildiğine coşkulu, alabildiğine mutluydular. Eğlenmeliydiler. Daha çok… Daha da çok… Anneleri de… Şenlendirmeliydi onları. Saz ekibini uyardı ani bir kararla. Sazlardan en şen havalar dökülürken hepsini sahneye çağırdı Neşe Diler. Hep birlikte durdular oyuna. Çocuklar alabildiğine coşkulu, özdenetimsiz, anneler gözlerinde yaşlarla, yavrularını koruya, kollaya…

Onların arasında hoplayıp zıplarken ayrımına vardı Neşe Diler. Pekala da oluyordu işte… Burada, bu ilkel sahnede coşkuyla gösteri yapabildiğine göre, aynı işi gazinoda da becerebilirdi. Çokça ayrım olmamalıydı ikisi arasında. İnsanları şenlendirmekle, mutlandırmakla, sanatından ödün veriyor olmazdı sanatçı. Evet, çıkacaktı gazino sahnesine. Oraya gelen insanlar da, kim bilir, hangi acıları asıp vestiyere, giriyorlardı içeri. Hepsine, herkese neşe dağıtacaktı. Daha çok kazanacaktı. Sesine her zaman güvenmişti. Fiziğine geline… Zarif, ince bir yapısı vardı. Ayrıntıda kalan küçük kusurları da, sahne ışıkları beceriyle gizlerdi nasıl olsa. Evet, evet, yarından tezi yok, bildirecekti yanıtını gazino patronuna… Önünde bir yol açılıyordu ve bu yolda onu şan, ün, bol para bekliyordu. Ondan sonra Yalçın Demirler koşsundu bakalım peşinde… Yoo, hayır, unutmayacaktı bu çocukları. Asla!.. Bulabildiği her boş zamanda bu okula koşacaktı. Acılarla yoğrulmuş bu anaları, yetersizliklerinin ayrımında bile olmayan bu çocukları sevgisiyle, ilgisiyle saracaktı.

Dönüş yolunda, taksinin dikiz aynasına ilişti gözü. Kendisine bakan gözlerine güvenle ve içtenlikle gülümsedi. Az önce sahnede, korkulardan, kuşkulardan arınırken, ağlamıştı demek. Ayrımına varmadan döktüğü yaşlar, gözlerindeki boyaları akıtmış, yanaklarında yol yol morumsu lekeler bırakmıştı.

Neşe Diler sahneden inip kulise girdiğinde, hala alkıştan yıkılıyordu salon. Çevresine mutlu gülücükler saça saça, görkemli soyunma odasına doğru yürüdü. Tam içeri girmek üzereyken,

– Neşe Hanım, bir dakikanızı alabilir miyim?, dedi ardında birisi, lütfen…

Çoğaltılmış, abartılmış bir dizi övgüyü karşılamaya hazır, sıcacık bir gülüşle döndü. -Bayılıyordu övgülere- Bir kadın duruyordu karşısında. Bu tür yerlere özgü göz alıcı, pırıltılı giysiler yerine, koyu renk bir ceket-etek vardı üstünde. Ağzının kenarlarında ezik bir gülümseme titriyordu,

– Beni tanıdınız mı Neşe Hanım?, dedi, bir şölenimize katılmıştınız yıllar önce…

Tanımamıştı ama renk vermedi. Olacak şey değildi, tanımadığını söyleyip izleyiciyi küstürmek. Böyle durumlarda her zaman yaptığı gibi, belirsiz bir “Evet, evet, elbette” ile geçiştirdi soruyu,

– Önümüzdeki hafta yine bir şölen düzenliyoruz zihinsel engelli çocuklarımıza, diye sürdürdü kadın, bir kez daha onurlandırır mısınız bizi?…

İşte şimdi anımsamıştı. Beş yıl önceydi galiba. Yoksa altı mı?.. Öyle ya, gazinoya başladığı sıralardaydı. Bulanık, silik bir resim geçti gözlerinin önünden. Bomboş, dümdüz bakışlar, kocaman açılmış, gülen, karanlık ağızlarda çarpık dişler… Hemen siliniverdi bu soluk görüntü. Canı sıkılmıştı Neşe Diler’in. Zamanı mıydı şimdi?.. Kafası, yüreği, bir ay sonra vereceği bir dizi halk konserinin planlarıyla böylesine doluyken?.. Bu konserlerle ününe ün katacak, üstelik para da oluk gibi akacaktı bankadaki yüklü hesabına. Hem canım, ne kendini bilmezlikti bu? Belli bir yere gelmiş, büyük bir sanatçıydı o. Kitleleri peşinden sürükleyen… Öyle ilkel sahnelerde, bir avuç insana şarkı söylemeye can atacak bir sürü küçük şarkıcı vardı ortalıkta. Onun işi değildi bu…

Neşe Diler, son yıllarda yüzüne yerleştirmeyi çok iyi becerdiği, yapaylığı kesinlikle belli olmayan, duygulu bir gülümsemeyle dokundu, karşısındaki kadının omzuna,

– Ah şekerim, dedi, inanın ki çok isterdim. Ama, üzülerek söylüyorum, tam da o gün bir televizyon çekimim olacak stüdyoda. Belki başka bir zaman…

Döndü, uzun eteklerini sürüye sürüye, salına salına, hayranlarının imza için bekleştiği salona doğru yürüdü.

Müge Konor (Ankara)